Gök tellere dikilen kanlarını tül üzerine kusmakla yükümlü ravenlerden ya da ekşi tahtalardan. Bahsetmem gereken şeylerin azlığı ve ereksiyon çanlarının yüzlerinize vurulduğu yerdeyim. Bekliyorum. Topraklar üzerinden geçen fil ve karınca sürülerinin evlerimize dökülen dualarında mıyız bugün? Öyleysek, kötü. Ölümü mü kutsuyoruz burada ya da doğumun şaşkınlığına mı kaldırıyoruz kadehler üzerindeki tozu? Trampete dönüşen şu kahinin dişlerinin sararmış olduğu aşikar ve henüz yaşıyor olduğumuz. Ölüm için dudaklarını boyayan x bir orospunun kaygılarından yazıyorum bugün. Ne öldüklerimden ne olduklarımdan. Olmanın, beyninizi titretmeye yetmediği bir aralıktan sesleniyorum. Karanlığa sürtünen ruhtan farksız ve güç olduğunu söylüyorsunuz yazdıklarımın. Bir çiçeği öldürmeden evvel o çiçeği gömmenin gereğindeyim ben ve güzelin ancak bu şekilde mana kazanacağında. Yazma kabiliyeti sanıyor birçokları, satır başlarına iri ve uygun kelime ile başlamayı. Poşet içinde çay küfü. İşte, tam olarak böyle kokuyor yazdıklarınız. İleride, beklemek kefenini üzerine giymiş muallimi görüyor musun? Vardığımız bir ortak kanı vardır onunla, burası ve örke arasında gerilmiş: Tiksinti, sevgiden üstündür. Aynı yerden kanıyoruz şimdi, altmış derecelik bir açıda. Gerçekten girmeyi istiyor musun evrenin çadırına? Sözün koridorlara vurmadığı bir senfoni duyacak önce kulakların. Uçuşan şeylerin ağrısını alacak damarların. Annem böcek diyor buna. Arya, kelebek. Ben, kahr.
Diyemediklerinin, yüzünü ayak topuklarına kadar indirmesine hazırsan, başlayalım. Geriliyor keman ve son şey öttürülüyor. Yerlere kapanan yüzlerimizden af dile şimdi. Sesini sündür. Kendin ve x bir örke için. Sallansın dişlerin. Aç göğsünü, arındırıp kollarından. Tülünü penisine saracak, yaşı anca iki buçuğu bulan tanrıların eskisi. Üstüne dikilen kısırlıktan bir acı doğurmanın yükü, artık sadece senin olacak. Tanrının bunun için hüzünlendiğini düşünme asla ya da basılmış kitapların dünyayı kurtarabileceğini falan. Ölmenin seksen yedi farklı çeşidini görüp yine de seksen sekizinci için çabalayan pigmeleriz sadece. Yani köpek. Yani insan. Bak mesela bu kısmı da anlamayacak çoğu. Onlar için aslolan, manası açık şeylerdir. Düşünmeyi değil şiir okuyarak hüzün sahibi olmayı arzularlar ya da bir roman karakteri kadar güçlü olmayı. Ben, bir derinin içine girip onu kestikten sonra kanlarıyla dudaklarını bileyen bıçak olmak istiyorum. İşte, tam da bu noktada ayrılıyoruz sizlerle. Bundan sonrası kahr’a giriyor. Katır tırnağı öldürmek, ekşi tahta, mahpusluk ve nokta, kırk iki numara. Karnınızı gıcıklandıran kaygıları okşayabilir misiniz, tam da şu an? Yoksa birkaç kuple aşk şarkısı dinlemek mi cazip olan? Gülüyorum. Ama öyle böyle değil. Yüzünüze, tükürerek, kemirerek. Gülüyorum. Hala oturmuş bir yardım eli bekliyorsunuz. Acz ve pigme. Okşayın ve tırnak geçirin. Dudaklarınızı bir milim olsun hareket ettirip söyleyin artık şunu: ‘’En doğru yasa, özgürlüğe götürecek olandır!’’
Tebrikler. Bitti. Silkelenmeyi bıraktı üst komşu ve hala sarı dişlerine ağlıyor kahin. Lakin buradan çıkmanın bir yolu yok. Acının üzerinde olduğunu anladınız mı her şeyin? Aslında hiç buraya gelmediğinizi ve kargaların asla tellere sizin için sıralanmadığını. Annenizin ölmediğini. Hatta hiç olmadığını. İçirilen şeylerin tesirinde, bir hikayeden geçerken yolunuz buraya düştü. Ne büyük tesadüf! Mümkün olan her şeyin yitirildiği bir cüzdan edinmek içindi hepsi. Utanç kaynağı olmak için yarışan seksen yedimiz adına söylenebilecek şeyler, çoktan tükendi. Sıra sende. Hazır mısın? Seksen sekizinci ölüm için dişlemeye kan taşlarını? Hayır mı? Gülerek mi devam etmemi istersin bu kısma yoksa saç derini yalayarak mı? Burası örke. Öd ağacının dibi. Evrenin çadırı. Kanla yazılanın toz ile yakıldığı: Selefmaa.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!