Çiçeklerini çok severdi Seren Hanım. Güneş doğar doğmaz, ölü sessizliğindeki evinin salonunda penceresinin önüne dizili çiçeklerinin yanında biter, yapraklarından süzülürken bir an için parlayan suyun gözlerini kamaştırmasına hafifçe gülümseyerek eşlik ederken toprağa karışıp yok olmasını izlerdi. Altmış yaşın getirdiği hafif kırışıklıklarla yaralanmış yüzünü, onları dinlemek için rengârenk yapraklara doğru yaklaştırır ve ‘’Günaydın’’ derdi. Çiçeklerin de konuştuğunu bilirdi Seren Hanım.
Güneşin ilk ışıkları penceresine, çiçeklerine ve yüzüne vururken dünden kalma heyecanı, kalbini ele geçiriyordu. Bayramdı. Bayram sabahıydı. Her geçen gün anlamını yitirse de tamamen yok olmayan bir gündü. Parmak uçlarıyla çiçeklerin yapraklarını tek tek okşayıp bayramlaşıyordu. Bu aydınlık ama sessiz, büyük olduğu kadar boğucu evde kaç bayram daha geçireceğini bilmiyordu. Bildiği, çok fazla olmadığıydı.
Dünden hazırladığı tüm yemekleri özenli bir şekilde mutfak tezgâhına dizdiğinde – kısır, patates salatası, elmalı kek, Çerkez tavuğu, gül şeklinde ıspanaklı börek – mutfağın kokusu bir anda değişmişti. Etrafı saran kokular onu yedi yıl öncesine, misafirlerine yaptığı yemekleri onlardan önce tırtıklayan kocasını aklına düşürmüştü. Aklına düşürse iyi, yüreğine de düşürüyordu; kuyunun dibine çöken büyük bir taş gibi. Ne tatlı atışırlardı bu yüzden. Seren Hanım onu tüm naifliğiyle azarlarken, Hilmi Bey buna aldırmaz, onun bu serzenişinde bile bir tatlılık, bir oyun olduğunu bilir, yemeklerin tadına bakmaya devam ederdi. “Sen bunları bana yaptın.” derdi, “Başkasına değil.” Haklıydı. Seren Hanım, bu hayatta ne yaptıysa onun için yapmıştı.
Son sözleriydi bunlar. Belki de hatırladığı, hatırlamak istediği son sözleriydi. Yedi yıl önce, yine o gün, bayram sabahı, Ankara’dan gelen en küçük çocuklarını otogardan almaya giderken trafik kazası geçirmiş, bir ay bitkisel hayatta kaldıktan sonra ölmüştü. Bir ay hastanede onu beklemiş, yalvarmış, yaşlanmış ama kaybetmişti. Şimdi onu bu mutfakta yemeklere girişmeden hemen önce beline sarılan ellerini, ensesine değen nefesini, kalçasına değen kasıklarını hissediyordu. Gözleri doluyor ama ağlayamıyordu, acısı tükenmeye yüz tutmuştu artık.
Tüm bu hüznü, kapının zili dağıtmıştı. İçinin zilleri de beraberinde. Her bayram o kapıyı açtığında o masum çocukları görmek, kendi çocuklarını görüyormuşçasına mutlu ediyordu. Bayramın geldiğini sanki çocuklar haykırırdı herkese ve o bayram çocuklarının neşesi hiç değişmezdi; apartmanda yankılanan sesleri hep coşkulu, hep içten. Ellerinde parlak jelatinli şekerler, ceplerinde kâğıt paralarla katlar arasında koşturuyordu hepsi. Her bayram günü, onlarca çocuğu vardı Seren Hanım’ın. Portmantonun üstünde duran şeker kabını alıp kapıyı açar açmaz, gözlerindeki hüzün dağılıp yerini çocuklarınkine benzer bir gülümseme alıyordu. Onların heveslerini hiçbir zaman kırmıyor, kapının önünde asık yüzleriyle bekletmiyordu. Başlarını okşayıp, elini öptürüyor ve geçen haftadan gün içinde gelecek tüm çocuklara yetecek kadar aldığı şekerlerden bir kısmını tepesine kadar doldurduğu şekerlikle onlarla doğru uzatıyordu. Bazı çocuklar parayı daha çok seviyordu,- genellikle erkekler – kızlar ise şekerlerle mutluydu. Kapıyı kapatırken çocukların kendi aralarında konuşmalarını duyuyordu ama ne dediklerini anlamamıştı. Şekerliği yerine bırakıp tekrar mutfağa döndü.
Yemekleri zamanı gelince çıkartmak üzere tekrar buzdolabına dizdikten sonra sabah kahvesini yapıp, mutfak rafındaki sigarasını aldıktan sonra çiçeklerinden uzaktaki oturma odasına geçti. Üç tane oğlu vardı Seren Hanım’ın, üç de torunu. Bu yaşta üç torun sahibi olacak kadar şanslı olduğunu söylüyordu arkadaşları, sürekli. Elbette gururlanıyor, yaşlılıktan ve ölümden olabildiğince uzakta hissediyordu böyle anlarda kendini. Kanı daha hızlı akıyordu. Kocasıyla sevişmeden önce olduğu gibi yüzü kızarıyordu. Kahvesini yarılamak üzereyken pencerenin önünden hızlıca geçip aşağı düşen mavi bir parçaya takıldı gözü, o hızla seçemese de ne olduğunu birkaç saniye içinde üst kattaki komşusu Tarık Bey’in elinden fırlayan bir toz bezi olduğunun ayırdına vardı. Yüzünde hafif bir gülümseme. ‘’Yine temizlikçi kadın çağırmamış.’’ diye söylendi, hafif sitemkâr sesiyle. Huyu olmamasına rağmen, bir sigara daha yaktı.
İstanbul’a yıllar evvel Ankara’dan gelmiş Tarık Bey. Eşini kanserden kaybetmiş. Çocuğu yok. Uzun boylu bir adam, yüzü uzun, o yüze çok uygun ince uzun bir burnu var. Tırnakları hep yeni kesilmiş gibi, elleri tertemiz, hiç yıpranmamış. Yapayalnız ama bir başına değil; haftada bir veya iki kere dışarı çıkar, arkadaşlarıyla az da olsa içer, bazı günlerdeyse arkadaşlarını evinde ağırlar. Bazen onu düşünürken en çok bu durumu hoşuna gidiyordu Seren Hanım’ın. O davetlere çağırılacak kadar yakın değillerdi Tarık Bey’le ama apartmanda gürültü olduğunda gelen misafirleri kapının deliğinden gözetler, aralarında kadın varsa canı oldukça sıkılırdı. Neden sıkıldığını tam olarak bilmezdi ama canını sıkacak konuların kaynağında bu korkak halinin etkili olduğunu emindi. Kolay değildi, yıllarca yürüdüğü yoldan sapıp bilmediğin bir yola girmek. Çoğu zaman içindeki o genç kız, sesini duyuramazdı Seren Hanım’a. Yine de Tarık Bey’in kadın arkadaşlarından daha güzel olduğuna inandırmıştı kendini. Avunacak bir şeylere ihtiyacı vardı.
Öğlen olmak üzereyken önce büyük oğlu, sonra en küçüğü, en sonda da ortanca oğlu arıyordu sırayla, sanki sözleşmişler gibi. Uzun süredir görmemişti onları Seren Hanım, İstanbul’un diğer ucundaydı hepsi. Toplanıp geleceklerini söylemişlerdi. Çocuklarını ve torunlarını görecek olmanın yarım sevinci kapladı içini. Kendilerine yakın bir yerde oturmasını çok söylemişlerdi ama kabul etmemişti hiçbir zaman Seren Hanım. Evinden ayrı kalmak istemiyordu; anılarından, sabah güneşinden, çiçeklerinden ve duvarlara işleyen kokusundan. Hem ne yapacaktı ki oğullarıyla dip dibe ? Sıkılırdı, onları da sıkardı, emindi buna. Gelinleri çok iyi insanlar olsa bile kaynanalarını bu kadar yakınlarında istemezlerdi. Kendi evinde kalması, herkes için daha iyiydi. Bu, elbette görünen yüzüydü duygularının. Sadece kendisine ve çiçeklerine anlattığı artık yeni bir hayat yaşama isteği ve heyecanı, onu çocuklarından uzak tutuyordu aslında. Yok olmaya yüz tutmuş duygularını canlandırmak için gerekli cesareti toplamaya çalışıyordu son bir yıldır. Ve bunu meraklı, sorgulayan, eleştiren gözlerden ırak yapabilirdi. Başka türlüsü mümkün değildi. Çocuklarının kendisine doğru yola çıkmasıyla birlikte Seren Hanım da ‘’Vakit tamam.’’ dercesine ellerini dizlerine hafifçe vurup koltuğunda doğruldu ve yıllardır sessiz, hazdan yoksun, evin diğer odalarından hiçbir farkı olmayan yatak odasına gitti.
Hilmi Bey’den sonra hep kararsız Seren Hanım, hiçbir şeye pat diye karar veremiyor, en ufak hareketleri için bile uzun süre düşünüyordu. Vereceği kararların sonuçlarını öngöremeyen korkak bir genç kız gibi hissediyor kendini. Yine de o genç kızın heyecanını görüyordu gözlerinde, ayna karşısında dipleri beyazlamış saçlarında parmaklarını gezdirirken. Korkaklıktan kurtulduğu zamanlarda ne kadar hafiflemiş olduğunu biliyor, aynadaki gözlerinden. İstediği, cesaretini alevlendirecek bir kıvılcım, biraz güneş ışığı, birkaç damla su…
Gardırobundan siyah elbisesini çıkartıp yatağın üstüne özenli bir şekilde sererken aklı buzdolabındaki yemekleri masaya nasıl dizeceğinde. Uzun zamandır böylesine güzel bir masa hazırlamadığının farkında. Dudaklarını sağ tarafa doğru büzüp muzip bir gülümsemeye yerleştiriyor yüzüne, peşinden boy aynasının önüne geçip eşofmanından, sutyeninden, külotundan, renkli çoraplarından kurtarıyor kendini. Açık kapının ardında, çırılçıplak izliyor kendini. Ufak tefek bir kadın Seren Hanım, hafif kilosu var ama göğüsleri diri, göze hoş gelecek bir göbeği var. Yuvarlak kalçaları, hâlâ erkeklerin gözünden kaçmıyor sabah yürüyüşlerinde. Arkasını dönüyor aynaya, bacaklarına ve kalçasına bakıyor. Bir memnuniyet var yüzünde, zorlama değil, gerçek; bir şeyler için geç kalmadığını anlatan. Bir anda hiç huyu olmamasına rağmen, ama hep aklında olan bir şeyi yapmaya karar veriyor ve açık perdelere aldırmadan odasından çıkıyor, hızlı adımlarla holden geçip salona gidiyor. Yaramaz bir çocuk gibi gülmeye başlıyor. Bir an için çiçeklerinden utanır gibi olsa da bu bile hoşuna gidiyor. Mutfağı dolanıyor, boş olan küçük odanın duvarlarının kirine bakıyor, banyoya gidip şampuan ve kremlerini gayet düzgün bir şekilde durmalarına rağmen yerlerinden alıp tekrar aynı şekilde yerlerine koyuyor. Bunu neden daha önce yapmadığını düşünüyor ve bir daha gülmeye başlıyor. Bu sefer daha güçlü, daha içten.
Odasına döndüğünde ‘’Bu kadar oyun, yeter.’’ dercesine tüm ciddiyetiyle üstünü giyinmeye başlarken, aklı yine masa düzeninde. Kusursuz olmasını istiyor, her zamanki gibi. Mahcup olmak istemiyor. Diğer bayramların aksine üzerinde bir gerginlik, başarısızlığın olası gölgesi geziniyor sanki. Yatağının örtüsünü, yemeklerin tadını, iç çamaşırlarını, görünmesine fırsat vermeden boyattığı beyazlamış saçlarını, torunlarını, Hilmi Bey’in her zaman bıraktığı ve ona çok yakıştırdığı kirli sakalını, çiçeklerini düşünüyor. Tüm ciddiyeti ve soğukkanlılığı kayboluyor bir anda, yapacağı şeylerin sonunu düşünmekten yorulduğu belli olan kalbi yine hızla atıyor. Dizlerinin bağı, çözüldü çözülecek. Çiçeklerinin yüzüne bakmak, belki bir şeyler duymak istiyor. Kırmızı ruju ve ojeyi, en son yapılacak iş olarak şifoniyerin üstüne bırakıp odadan çıkıyor. Fazla zamanı yok, çocuklarının iki saate kadar geleceğini biliyor.
Bir kez daha kapının zili çaldığında, kapının diğer tarafında çocukların olmadığını biliyor. Apartmanda çıt yok. ‘’Tam zamanında’’ diye mırıldanıyor, ayna karşısında son kez saçlarına, göğüslerine, göz kenarlarına bakarken. Kapıyı yavaşça açtığında Tarık Bey’in çakmak çakmak gözleriyle buluşuyor, endişeli gözleri. ‘’Geç kalmadım umarım.’’ diyor, göğüs hizasında tuttuğu şarap şişesini gösterip. ‘’Hayır.’’ diyor Seren Hanım, ‘’Tam zamanında.’’ ‘’İyi bayramlar.’’ diyerek ilk defa giyildiği belli olan parlak rugan ayakkabısıyla eve giriyor Tarık Bey. Baş döndüren parfümünün kokusunu içine çekerken, Seren Hanım şekerliği kapının önündeki paspasın üstüne bırakıyor. Tüm çocuklarına yetmesini ümit ederek.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!