Birinin sesi bir diğerini uçurum rengi bir yoldan alıkoyuyorsa, alıkoyanı yazmak düşer alıkonulana.
Konuşunca kelimelerle değil çiçekleri ardına alıp yürüyenlerdensin sen, ormanların fısıltısıyla nefes nefese kalmış bir rüzgar gibi konuşuyorsun. Sen konuşunca ses, ses olmaktan vazgeçiyor; gidiyor, dünyanın bütün su birikintilerinde mavi bir çiçeği açıyor. Dağların kıvrımlarında azala çoğala akan sular gibi akıyor sesin, ılık bir Mayıs sabahı gibi gidip dinleyenin eteklerine dökülüyor. Konuşunca sen, ebem kuşakları donatıyor ılık yağmurlar sonralarını.
Söyleyince sen; meydanlara açılan yollarda ışıklı bir telaş, sesine çingene çiçekçilerin gülüşü doluşuyor. Çiçekler ve gülüşler yer değiştiriyor elinde, bir kızın. Bir şeyler söyleyince sen, bir oğlan bir kıza açılıyor şehrin kıyılarında; havuzlar, usulca yüreklerinden nilüferleri doğuruyor. Sesinde senin, göğsünü üşütmüş bir gecekondu marazını sağaltıyor. Fırının sokağından sesinin buğusuna bulanan kokular yükseliyor. Sesinin ışığında reyhanlarla yüklü yesyeni pencereler açılıyor çıkmaz sokaklara.
Bir cümleye dokununca sen, vişne çürüğü bir entari giyiyor köyde bir kız. Sesin yurdumun gönençleri gibi, tutuyor Newroz’da kiraz fistanlı, şal-u şepikli bir halaya duruyor. Sesinin tonunda ılık bir kamaşma, hançerende haksızlığa toplu bir serzeniş… Sen hele bir konuşunca bir çocuk, annesinin kokusuna sarınıyor; babaların kucaklarında dolu dolusuna kese kağıtları. Sen bir harfi sesinde düzenlerken gelincikler, eğildikleri yerden kıpkırmızı doğruluyor,; nergisler, bırakıp bir kenara hüzünlerini ince sarı bir şarkıya soluklanıyorlar.
Bir söze başlarken sen, tren garının önünde yakasına kıpkırmızı bir gül takıyor bir adam; akrep ile yelkovan, üst üste durmanın telaşına düşüyor. Sesinin rüzgarında hüznünü tarıyor gençten bir oğlan, başaklar nazlı nazlı eğiliyorlar toprağa. Hüsnüyusuflar, gülhatmiler, sardunyalar, gece sefaları kokulara boğuyorlar, çardaklı bir evin bahçesini. Senin söz aralarında, elini kulağına atıyor bir ozan. Rüzgar, ak bir bulutu maviliklere sürüyor. Serin bir suyla ıslatınca yanan sesini, gölde narin bir kuğu geziniyor beyaz, bembeyaz. Umudun rengi turkuaz, bulaşıyor yılgın ellerimize; göğsümüzde ferah bir soluk.
Eski bir hatıra yokladığında kalbini, sesinin kırığı düşüveriyor sözüne o vakit. Eski zaman meyhanelerini hatırlıyor birisi, bir çocuk yolunu şaşırıyor. Birisi dalıp dalıp eski anıların dumanına boğuyor kendini, gitmekler düşüyor aklına bir diğerinin. Masal kuşunun kanadı inciniyor, milyonlarca yıldız döne saçıla intihara meylediyor. Sen bir hüznü takınınca sesine, yazlık sinemalar tedavülden kalkıyor anılarda. Mektup beklemekten vazgeçiyor sonunda biri, çay bahçeleri eskiyor deniz kenarlarında.
Sesinin kokusu bulanınca bir söze, nasıl da filiz filiz şu dallar; o canım canım çağla yeşilleri, iğde kokulu dağ etekleri , turunculu bir uçurtma mevsimine dönüyor her şey. Sesinin neşesi düşünce suya, halka halka umutlar yayılıyor bir taşın düştüğü yerden uzağa. Konuşunca sen, bir adamın üstünde bordoya bulanıyor gömleği; sigarasında durmadan telaşlı bir efkarı yakıyor. Bir sözün üzerinde durunca sen, dünyanın bütün turna katarları göğe ağıyor. Leylekler, bacaları mesken tutuyor ve böylece yepyeni bir yaza giriliyor sesinde.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!