‘’ Günaydın! Ve olur ya belki sizi göremem; iyi günler , iyi akşamlar ve iyi geceler… ‘’
Sabahları kalkıp işe ya da okula gidiyoruz ve gün içerisinde tekrar kozalarımıza dönene kadar birtakım eylemlere maruz kalıyor, ertesi gün ya da günlerin gidişatını belirleyecek olan ipteki boncuklara yenilerini ekliyoruz. Peki dizilim tamamlandığında istediğimiz doğrultuda bir şey ile mi karşılaşacağız? Bu dizilim, nasıl ve ne zaman sona erecek? Oluşan şeyin bizim tasmamız olacağı gerçeğine ne kadar hakimiz ?
Özgürlük ve kader kavramları, felsefe tarihinde üzerine en çok düşünülen konulardan biri olmuştur. J.P Sartre: ‘’ İnsan, kendi eylemlerinin bir sonucudur.‘’ der. Peki, eylem dediğimiz kavramın uygulama aşaması, ne derece bize bağlı? Bu eylemlerin sonucunda kendimizi gerçekleştirebilmemiz olanaklı mı?
Karakterimiz Truman, kendisine sunulan ütopik dünyasında her şeyden habersiz, doğduğu andan itibaren kameralar ile dolu, ‘fanus’ diye tabir edebileceğimiz bir adanın içerisinde yaşamını idame ettiriyor. Ta ki bu durumdan işkillenmesini sağlayacak olaylar zinciri ile karşılaşmaya başlayıncaya kadar. Ve uyanış dönemi olarak nitelendirebileceğimiz süreç, filmin neredeyse tamamını kapsıyor. Seyirciyi, kendisi için tasarlanmış ve hayatındaki tüm kararların başkaları tarafından planlandığı dünyasından kurtulma serüveninin içerisine atıyor.
Dünyayı algılamaya başladığımız ilk andan itibaren insanoğluna zorla bir sınır çizdirme durumu söz konusudur. ‘’Nerede yaşayacaksın?’’, ‘’ Yaşamının ilerleyen zamanlarındaki planların neler?’’, ‘’Ne zaman evleneceksin?’’, ‘’Asla bunları yapmamalısın, risksiz bir hayat standart bir hayattır…’’ Filmin içerisinde bu sınır, karakterimiz Truman‘a sahte varoluştan kaçması ve kendini gerçekleştirmesinin zor olması için ‘deniz korkusu’ olarak küçük yaşta birtakım olaylar ile zihnine yerleştiriliyor.
Hayat denilen setin hangi döneminde olursak olalım, her zaman bizlerin yerine karar veren bir mekanizma olmuştur. Bu aile denilen küçük birimden tutun da bir üst kademesi, toplum hatta devlet denilen kurum bile olabilir. Bunca faktör altında özgürlükten bahsetmek yasaklanmadıysa eğer, kendimizi gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum ve en önemlisi; hala şansımız var. Zihnimizdeki dalgaları aşmak ve gerçeklik kıyısına varmak, belki o kadar da zor değildir.
Filmin ilerleyen dakikalarında Truman, sistemin farkına varıp onu alt etmek için içindeki tohumu filizlendirmeye çalışıyor. Ama tabi ki bu o kadar da kolay olmuyor. Burada seyirci olarak biraz da olsa kendi hayatımızın bazı noktalarında hedefe giderken pes ettiğimiz anları hatırlamamız işten bile değil. Truman’ın da önüne birtakım kişiler tarafından konulan engeller ile var olma mücadelesine her seferinde bir ket vuruluyor. Tıpkı istediğimiz okula, işe ya da hayata ve standartlarına ulaşmamıza engel olan kurumlar gibi.
Truman, çoğumuzun aksine pes etmeyerek zihninin gemisinde dalgalarla boğuşmayı tercih ediyor ve bizlere bir kez daha neleri başarabileceğimizi açıkça göstermek istiyor.
Çoğu film izleyicisinin izlediği ama her izleyişte durup: ‘’Acaba verdiğimiz kararlar ne derece özgür irademizin süzgecinden geçiyor?’’ dediği bir film Truman Show ve her seferinde farklı bir odanın sorgu kapısını aralamamıza yardımcı oluyor. Jim Carrey’ nin ve 90’ların en sevilen filmlerinden biri olmasının nedenlerinden biri bu diye düşünüyorum. İzlemediyseniz listenizin başına eklemenizi, eğer izlediyseniz de bir de kendi sorgu alanınızın içine dahil ederek izlemenizi tavsiye ederim.
”Bizler, dünyanın gerçeklerini bize sunulduğu kadarıyla kabulleniriz. Olay, aslında bundan ibaret.”
Truman Show – 1998
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!