Tinsel İltihap
Daha ne olduğunu bilmeden duruldu tuz, kabardı su. Yadsımayı bekleyen bir ruh gibi asıldın cerebellum mahpuslarına. Yoktu huyun, canı çıkıyordu bir başka melodram tarafından. Ve hiç suçu yokmuş gibi önünden geçiyordu evler, duraklar ve otobüs camları. Diz kapağına iliştirilen ustura kadar keskin değildi havanda dövülen hiçbir tinsel iltihap.
Cam saydamlığından ilerleyerek yönünü bulmaya çalışan bir toz tanesine yuvalanmıştın bu kez. Olur olmadık kabarıyordun üzerine dikilen kahkahalara. Tastamam bir yanılgının tam ortasından yüzdürdüğün parmaklarınla bir şey yazıyordun: Ölüm, diriltilen bir tekrar kadar tanıdık ve soğuk. Kereste yığınları arasından bir baş sallanıyordu sana doğru. Uğruna vazgeçilmiş birkaç mısradan demleniyordu sana, sokağın radikal mavi tulum cepleri. Ve artık olmadığın kadar sen ve olduğun gibi dümdüz-dün. Örtülü ödeneklerinin altından fokur fokur kaynayan ve gürüldeyendin. Sorgunlarından yeni bitme piçlere açılan bir kapıyı ittirirken toprak, sen ötükenliğinden vuruyordun bir başkenti. Ve var oluşun diplerinden çıkıyordu çocukluk, hilafetiyle birlikte. Sonunda sen, ben ve baban. İşte çıkıyoruz aynı kapıdan. Yazdıran neyse sildiren de oydu, hatta sevdiren. Salt bir gerçeklik döngüsü, kırılmayı bekliyordu beyin ucu sinirlerinde. Elde döndürülen ve boğazda yutkunulan belleklerden yaratılıyordu dünya-n. Oysa oradaydın-ız, apaçık ve dümdüz. Dilin sessiz kalışına örkelenen bir fil tarafından pencere dibine iteleniyordun her gün.
Kan götürüyor ağzın, kan! Kusuyorsun. Kıvrılmış kitap yapraklarına, dünyanın sonuna, boynun incelen kıvrıklığına ve perdelenen aksi bozuk tümcelere. Yapraktan düşüyor dal, ben diyorsun soğuk ve yeşillenmiş tavanlara. Yusuf’un hatırına diyorsun, ölümün gül yüzü ve kimsesizliğine kalanlarımın. Ört beni tanrım, affet. Bir kefen ile ört beni, görülmesin ayak parmaklarımda biten nasırlar. El ayalarımdan sallandırma hikayemi, baştan yazılması ne kadar kötüyse burada bitmesi de o kadar aczedilebilecek bir duygu durum. Ve bozuk.
Baksanız görürdünüz aslında, haritamın nasıl da hiçbir metoda uymadığını. Ah durulan tuz, kabaran su! Yıka beynimi, çalkalansın amigdalam, çalkalansın delirişlerim ve babalığı kusurlanan bir kadın et beni tanrım. Yakılsa ya tam da şimdi hatta yüzülse ya derisi başımın. Biliyorum tek tek yakacak Azrail saç kıllarımı diplerinden, pay edecek yirmi sekiz harfe. Yirmi sekiz. Yaşım kadar büyüğüm, ruhum kadar sinik. Karlara düşen bir çıra, yandığıyla övünür de bilmez söndüğünü. O hesapsın işte beynimin döner kavşağında, ne istatistiğe sığarsın ne resmi kurum ihtarlarına. Geçtik o kapıdan; ben, sen ve babalığı kusurlanan o kadın.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
inanılmaz başarılı…