”Kant’tan sonra Kant’a rağmen felsefe yapılamaz.” derler. Bu, filozofun değerini ortaya koymak için söylenen süslü bir retorik olsa da Kant’ın bu övgüye mazhar bir filozof olduğunu belirtmek gerekir. Kaldı ki Königsberli filozof, özellikle epistemoloji alanında ortaya koyduklarından sonra kendisinden sonraki felsefe tarihi için epistemolojiyi bir anlamda kendine zincirlemiştir. Kant’ın ahlak felsefesi, iki yüzyıldır hep bir yerlerde konuşulmaya ve tartışılmaya devam ediyor. Onun evrensel ahlak anlayışına katılıp katılmamanın ötesinde ahlak yasasına tutkuyla bağlı oluşu, ilham uyandırıcıdır. Mezar taşında yazan son kısmıyla birlikte şunu diyecektir:
“İki şey, düşününce sık sık ve derin bir biçimde onlarla meşgul olunca, ruhu hep yeni kalan ve gittikçe artan bir hayranlık ve haşyetle dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.”
Kant, ilk çalışmalarını ünlü Alman filozof ve matematikçi Leibniz’in etkisi altında kalarak yapmış, daha sonrasında ise John Locke ve David Hume’un fikirleri ile karşılaşarak insan bilgisinin sınırlarını belirlemeyi hedeflemiştir. Rasyonalizm ve Empirizm arasındaki çatışmayı kendi felsefi kuramı ile aşmaya çalışıp metafiziği de yeniden canlandırmayı amaçlamıştır. ”Saf Aklın Eleştirisi ” adlı ünlü eserinin ön sözünde “Bir zamanlar tüm bilimlerin kraliçesi olan metafizik, şimdilerde kapı dışarı ediliyor.” diyerek derdini vurgular. Ne rasyonalist ne de empirist olarak anılmak isteyen Kant, kendisinin ‘transandantal idealist’ olarak tanımlanabileceğini dile getirir.
Kant’ın felsefesinin merkezinde dört soru yatar. Bu sorulara verdiği cevapları kısaca açıkladıktan sonra ahlak felsefesine giriş yapalım:
1. Neyi bilebiliriz?
Kant için bildiğimiz her şey insani bakış açısıyla sınırlıdır, dünyayı ancak aklımızdan süzüldüğü kadarıyla bilebiliriz. Bilmek, perspektifimize bağımlıdır.
2. Ne yapmalıyız?
Kant, ahlaki ikilemlerle karşılaştığımızda yalnızca evrensel bir yasa haline gelmesini olumlayabileceğimiz ilkeler üzerinden hareket etmemiz gerektiğini önermektedir. Hafta sonunu bir parkta bira içerek geçirmek mi yoksa bunun yerine Kant’ın aklın sınırlarına derinlemesine iniş yaptığı kitabını okumak mı? İnsanların yeteneklerini geliştirmek için asla uğraşmadıkları bir dünya düşünün, çünkü daha fazla keyif alabilecekleri şeyler vardır; mesela örnekteki gibi kimileri için bira içmek, böyledir. Böyle bir dünyada müzik, sanat ve felsefenin varlığı mümkün olmazdı. Dolayısıyla Kant’ta kitap okumak, benim için ahlaki bir görevdir.
3. Ne umabiliriz?
Kant için umut, ancak kesin olabilecek şeylerin metafiziksel olarak imkansız olması durumunda irrasyoneldir. Eğer mantıklı bir şekilde düşünüyorsak, daireyi kare yapabilme konusunda umutlu olamayız. Ancak rasyonel olarak, ahlaki görevlerimizi insan olarak yerine getirmenin yaşamımızda bize mutluluk vereceğini ümit edebiliriz.
4. İnsan nedir?
Kant, insanların metafiziksel olarak olası bir hedefi belirlemek ve sürdürmek için gerekli olan radikal özgürlüğe sahip rasyonel ajanlar olduğunu söyler.
Eylem ve Akıl
Kant, reflektif düşünüşü eleştirel hale getirir. Aklı ve aklın düşünüş biçimini de eleştirir. Kant’ın amacı, zaman ve mekan üzerinde aklın sınırlarını belirlemektir.
Kant, ‘’Saf Aklın Eleştirisi’’ nin ön sözünde metafiziğin bir savaş alanı haline geldiğini söyler. Tanrı da bu savaşta hastalanmış, sorunlu bir kavram haline gelmiştir. Kant, Tanrı’yı bir düzenleyici olarak ele alır.
Akıl, bilmeye çalışırken teorik, eylemde bulunurken pratik tarafını kullanır. Teorik tarafta Tanrı kavramı sorunludur; çünkü akıl, Tanrı gibi transandant bir varlığı kapsayamasa da bilmeye, sınırları zorlamaya çalışmaktadır. Bilmenin bir sınırı olduğu için Tanrı’yı ispatlamak mümkün değildir.
“Sophia“, Descartes ile başlayan modern dönemle birlikte artık bilgi değil inanç ya da aşkınlıkla nitelendirilir.
Kant, bilimsel bilginin temeli olan sentetik a priori yargıların gerçekliğin bilgisinde nasıl bir işlevselliğe sahip olduğunu gösterir.
Kant için bütün insan eylemlerinin nihai amacı, mutluluk ve erdemin en iyi şekilde harmanlandığı en yüksek iyiye ulaşmaktır. En yüksek iyi, insanın pratik aklının bir idealidir. Kant’a göre en yüksek iyi gibi insanın imkanlarını aşan bir ideale ulaşmak için, bir yardım edenin – yani Tanrı’nın – var olması gerekir. Tanrı’nın var olup olmadığı bilinmemesine rağmen, var olmasına ihtiyaç duyulur. Buna ‘rasyonel inanç’ denebilir. Teorik aklın sınırları içinde ispatlanamayan Tanrı, pratik aklın yapısına uygun olarak postula edilerek var olması zorunlu kılınır.
‘’Saf Aklın Eleştirisi’’ nde teorik olarak sorulan asıl soru, ‘’Nasıl bilebilirim?’’ sorusudur. Ancak bu soru, insanın tüm kaygısını karşılamaz. Teorik aklın sınırları dışında transandant bir varlık olan Tanrı’ya pratik akılda ihtiyaç duyulması, onun var olduğunu göstermez.
Kant, dünyada ve dünya dışında kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek iradeyi hedefler ve mutluluğu da buna paralel olarak ikinci planda tutar.
Pratik akıl; amaç koyan, eyleme geçen bir yapıdadır. Teorik akıl, olanı, doğayı araştırırken; pratik akıl kendine hedefler, amaçlar koyarak olması gerekene, doğanın ötesinde olan bir hedefe ulaşmaya çabalar.
Pratik aklın özgürlük, ahlak yasası gibi kavramlarında bulunan gayelilik, doğanın buna göre düzenlenmesi gerektiği inancını oluşturur. Gerçeklik ile inanç arasındaki uçurumu kapatacak olan, Tanrı’dır.
Pratik Akılda Tanrı
Teorik Akıldan Pratik Akla Geçişte Tanrı:
Pratik akılda Tanrı’ya bir gerçeklik kazandırılmıştır. Bu geçişte özgürlük, ölümsüzlük ve tanrı idelerinin üstlendikleri roller farklıdır. Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük ideleri, pratik akılda gerçeklik kazanır. Özellikle özgürlük idesi, pratik aklın olması için zorunludur. Bu ide olmadan teorik akıldan pratik akla geçiş mümkün değildir. Özgürlük, ahlak yasasının vazgeçilmez koşuludur.
Tanrı teorik akılda en fazla düzenleyici olabilirken, pratik akılda oluşturucu bir unsur olarak akıl sisteminin önemli bir aktörü haline gelir. ‘’Saf Aklın Eleştirisi’’ nde sorunlu bir kavram olan Tanrı, pratik akılda ihtiyaç duyulduğu için inanılan en yüksek nesne haline gelmiştir. Teorik akıl ve pratik akıl birleşir ve bunun sonucunda saf aklın sınırları genişler. Ancak elde edilen genişleme ve gerçeklik, yalnızca pratik anlamdadır. Çünkü teoride sorunlu bir kavram olan Tanrı, ispatlanmamıştır; söz konusu sadece pratik akılda en yüksek iyi olarak Tanrı’nın onaylanmasıdır. Bu onaylamayla teorik bilgi genişlemez, aklın teorik kullanımı genişler. Genişleyen, teorik bilgi değil saf akıldır ve genişleme işlemi teorik değil pratik biçimdedir.
Pratik Aklın Unsurlarının Zayıflattığı Tanrı İnancı:
Kant’ın ahlak sisteminin en önemli unsurları özgürlük, özerklik, ahlak yasası ve insanın amaç olmasıdır. Bu unsurlar, birbirlerine içkindir.
Özgürlük (Freiheit)
Kant’a göre aklın teorik işleyişi, tecrübe alanına özgürlük fikrini yerleştiremez. Özgürlük, fenomenal alanda imkansızdır. Özgürlüğün kullanılacağı alan, tecrübenin değil, pratik aklın yasallığında olmalıdır. Pratik açıdan bakıldığında özgürlüğü bilmekten ziyade ahlak yasası altında kullanmak söz konusudur. Bu anlamda özgürlüğün bilinmesi, ahlak yasası aracılığıyla elde edilen bilince işaret eder. Pratik akıl, ahlak yasası aracılığıyla işaret eder. Özgürlük, pratik alanın bir bütün olarak kabulü için varsayılması gereken bir kavramdır. Tanrı’nın bu bütünlük içerisinde önemli bir unsur olarak düşünülmesi dahi özgürlük sayesindedir. Özgürlük fikri, pratik alanın imkan sorununu halletmekle, ölümsüzlük ve Tanrı fikirlerine teorik aklın sağlayamadığı biçimde kullanılma imkanını kazandırmaktadır.
Özerklik (Autonomie)
Kant’ta özgürlüğü kavramak için onu yaşamak gerekir ve özgürlüğün yaşanması bizi özerkliğe götürür. Yani kişi, özgürlüğü ahlak yasasınca yaşadıkça özerk olmaktadır. Kant’ta özgürlük, eyleme geçmek için başlangıçtır. Özgürlüğün pratik akla imkan sağlamasıyla başlayan ilk aşaması, rasyonel varlığın özerkliğiyle ilerler. Bu ilerlemede özerklik, özgürlüğün bilinmesiyle değil, kullanılmasıyla ortaya çıkan etkin bir yapıdır.
Kant’a göre özgürlük, ahlak yasasına uygun kararlar veriliyorsa mümkündür. Bu anlamda karar verme özgürlüğü olarak özerklik, insanın akıl sahibi bir varlık olmasının temelidir. Özerklik, aynı zamanda pratik aklın kendi kendini yetkin kılarak ahlaki yasaları belirleme imkanıyla da ilgilidir. Özgürlüğün yaşanması ahlak yasasına işaret eder, aynı zamanda her ikisi de özerkliğe. İnsan, özgür olduğunun farkında olduğundan özerk olması gerektiğinin de farkındadır. İnsan sadece kendince kendisine dayalı olarak eylemde bulunma gücünü gösterebildiğinde kendisini özgür kabul edebilir. Kendisinden başka bir kaynağa ya da otoriteye bağlı olmama, pratik aklın özgürlüğü için gereklidir.
Kant’a göre ödev, ahlak yasasına karşı insanın takınacağı doğru davranış biçimidir. Ahlak yasasına duyulan ödev duygusunun özerklikle bir ilişkisi vardır. Ahlak yasası, insana ait olmakla özgürlük bilincini verdiğinden devamlı bu yasaya uymak da bir şarttır. Yani ahlak yasasına olan sorumluluk, insanın ödevidir ve bu ödev kendi özerkliğinin meşru bir zeminidir. Pratik akılla elde edilen bağımsızlık, kendi kendinden sorumlu olmaktır. Yani özerk kişi, özgürlük ilkelerine göre kendi kendini belirleyen varlıktır.
İnsanın özerkliği, kendi kendine yeter olmayı vurgulamaktadır. Tanrı’nın insan aklında özerkliği kıracak ya da özgürlüğü zedeleyecek bir şekilde bulunmaması gerekir. Tanrı gerçek kılınsa ya da var kabul edilse bile insan iradesinde belirleyici olduğunu söyleyemeyiz.
Ahlak Yasası
Ahlak yasası, pratik aklın en az özgürlük kadar önemli olan bir nesnesidir. Özgürlüğün anlaşılması, nesnel gerçeklik kazanması ancak ahlak yasasıyla mümkündür.
Kant’a göre ahlak yasası nesnel, pratik bir ilkedir. Bu ilke öznel olsaydı, sadece tek bir insan için geçerli basit bir kural olurdu ve bütün insanlar için geçerliliği olmazdı. Bu yüzden ahlak yasası, her insana eyleminin evrensel nitelikte olup olmadığının değerlendirmesini yapmasını ister. Yani ahlakın yasalılığı, evrenselliği ve zorunluluğu içerir. Kant’a göre pratik akıl, olması gerekenle ilgilenir ve insan, olması gerekeni ahlak yasasına göre meydana getirir. Böylece yapılan bir eylem benim için olması gereken değil, kendi değerinden dolayı olması gereken ve herkes tarafından yapılması gereken haline gelir. Dolayısıyla ahlak yasası, akıl sahibi olan herkesi ortak eyleme yönlendirir.
Üç Aşamada Kant’ın Ahlak Yasası:
1. Öyle eylemde bulun ki, eyleminin maksimi herkes için evrensel ilke olsun. (Özgürlük evrensel bir ilke olarak zorunlu kılındığında, kişi evrensel düşünmeye itilir.)
2. İlk madde şunu doğurur: Ben evrensel ilkeye uygun davrandığımda, eylemim sadece kendime göre değil, başkalarına da uygundur. Ben diğer insanları da düşünürüm. Her bir insan, bir diğer insanı amaç haline getirir ve bu bir ortaklık oluşturur. Ahlakın ikinci yasası, bu ortaklıktır.
3. İkinci maddedeki ortak eylemlerin bütünlüğü, bizi insanın ahlaki amaçlar dünyası kurmasına götürür. Ahlakın son yasası budur ve özgürlüğün aktif hale gelmesi de bu demektir.
Ahlak yasası, Kant’a göre özgürlüğün içini dolduran malzeme değil, özgürlüğe somutluk veren bedendir. Kant, ahlak yasasının ilkelerine uymanın bir ödev olduğunu ve ahlak yasasına saygıdan dolayı da buna uygun eylemde bulunmamızı söyler.
Kant için bir eylemin ahlakiliği, yasadan dolayı yapılmış olmasındadır. Bir eylemin iyiliğinden bahsedebilmek için onun ahlak yasasına uygun olması gerekir, öyle istendiğinden yapmak değil. Tanrı için de emirlerine o istediğinden değil, tanrının emirleri ahlak yasasına uygun olduğu için yerine getirilmelidir. Tanrı ile ahlak yasası arasında bir karşıtlık söz konusu değil. Ancak insan Tanrı’nın emirlerine göre hareket ederse, özerkliği ortadan kalkar. Dolayısıyla ahlaklılıktan söz edemeyiz. Tanrı’nın emirlerinin olması ya da doğruluğu değil, Tanrı’nın emirlerinin belirleyici olması, özerkliğe zarar verir.
Ahlak yasası bağlamında ortaya çıkan özerk insanın temel eğilimi, ödev ve yükümlülükle hareket etmesidir.
İnsanın Amaç Olması:
İnsanın amaç olması, aklın etkinleştirilmesi ve bu bağlamda insanın yasa koyucu olarak karşımıza çıkarılmasıdır. Kant, insanı doğa yasalarını bilen bir varlık olmasının ötesinde yasa koyucu olarak konumlandırır.
Kant, herkesi ahlak yasasına zorunlu olarak bağladığı gibi, herkesin bu yasaya uyması gerektiğinden hareketle bir ‘amaçlar dünyası’ kurulabileceğini düşünür.
Ahlaklılık, iyi ve kötü gibi değerleri ön plana çıkarmaktan ziyade, iyiyi ve kötüyü belirleyen özerk insanı ön plana çıkarır. Ahlak yasası kutsaldır ve insanın kendi kendine koyabildiği bir üst sınırdır. Artık kutsallık, insanın dışında değildir.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!