Bir çağ dökülüyor dilimden ve bir göbek ötesinden pörsüyorum bağına. Plasentalarına dökülüp alyuvarlarında boğulan bir cenin diye tanımlıyorum kendimi. Hiç ölmemiş. Ama boğulmuş. Köz söküklerinden ısıtılıyor telveleri ruhun. Eleğimden taşlarını ayıkladığım kumların kimseye bir faydası yok, salça ekmeğin bir dilimine yuvarlandığım kapı önleri gibi. Sevimsiz mahallelerin sevimli ablaları vardır, bezelye leğenlerinde çalkalanan bir koşuğu andıran. Öykündüğüm meşe çukurları vardır bir de içinde sonsuz uykuya dölek durulan. Elimize soktuğumuz inşaat tellerinden bisiklet yapma sarfını gömdüğümüz. Islak beton üzerine yazdığımız şiirler bir kürek çimento ile silinir ve büyür içimizde. Büyütüldüğümüz örk. Ekşiyen tahtalardan bahsetmiyorum artık ya da kahr’ıma vurulan prangalardan. – Geçmiş, dilimde dönüp duran tuzlu bir Cumartesi. – Örgülerinden çözünüyor kadınlığım, kepeklerinde eriyip konaklarında buharlaşıyor. Buharlaşmıyor Cumartesi. Kaybettiğimden beri hiçbir şeyin eskisi gibi görünmediği sıvası dökük ceketimden bahsedeceğim şimdi. Neydi şu turuncu papatyaların adı? Düz, papatya mı yoksa toprağın imlecinde yoğrulmuş bir başka ada mı sahip? Neyse. Bunlarla meşgul etmeyeceğim beynimi.
Kaburgalarımı sıkıştıran bir haggard bestesiyle kutsanacak bedenlendiğim özür. Dirilişimden damlayacak olan kana hazır değil insanoğlu. Bu yüzden törpüleyerek sıvazlayacağım şah damarlarını. Boyunlarını okşayacak ellerimin diviti. Kustuklarım için dövünenlerin kulaklarından dökülecek yaş boğumları, cilası eriyik bir ahşap sunak üzerine. Karşılaşacaktık bir gün nasıl olsa. Bir bülbüle eş bir karga metresi girecek şarkının orta yerinden, sürüyerek siyah tüllerini. Hayalarını kesmek istercesine tüm erkek doğanların, kurban edecek bilek içlerini altın bir tasa. Son sözü olacak: Ellerinin çizdikleri, evrenin çadırından çıkıyor. Bu, zamanın başlangıcıdır. Gri gökyüzünün meskeninden tellerime vurup duran serçelerden bahsedeceğim şimdi. Şu ağzımızı kokutan beyaz örtünün adı neydi? Düz, maske mi yoksa susamışların yeminine tanıklık eden birkaç Hipokrat’tan biri mi sadece? Neyse. Bunlarla meşgul etmeyeceğim saçlarımı.
Bir çarşafta kurşunlanan dillerden kesilsin insanlık, doğrultsun hiçliği. Küllerinde çevrilsin oğlak başları, ayahuasca içirilsin tüm tanrılara. Otuz dakika içinde istifra edilsin evren, kapansın kitapların dibaceleri. Silinsin yazar. Sayfa numaralarından ve göz kapaklarından. Yavruağzı bir gezegenden – razkinus – seyre dursun bizi atlar ve fareler, kapatılsın artık evrenin çadırı. Bu sunaktan sağ çıkan son peygamber, göl yataklarına kurban edilsin. Azot ile gübrelensin kutsal kitaplar. Ev çatılarında raksa durup ruhumu söksün keçiler. Dokuzdan yirmi sekiz çıktığında toplansın çocukluk. Ölüm çanlarını çalmanın vaktini tayin etsin bir anne, doğururken Gaia’ya bahşedilsin dokuz ay dışkısı. Özlüyor insan, çöküyor stratosfer karalığa, dört tekerler ışıldayarak geçiyorlar cadde üzerlerinden. Bir kedi bürünüyor çamur alasına. bir çita dişliyor bir başkasını. Bir yağmura dua ediyor ellisi devrik kasketi yabani yeleği soluk emiceler. Sofrayı ayıklıyor ahırdan bir kadın, kök çakrasını açmaya çalışırken bir başkası. Kapansın çadırı evrenin. Dan ordusu tarafından yağmalansın şuramız, yelelerine asılıp köle edilsin kadın denen. At üstünden göğe kaldırılıp kazıklara çakılsın makatından erkek adı verilmiş. Voyvodaların biriyle fahişelerin biri everildiğinde parmaklarımız üzerinden tırnaklarımız, kaburgalarımız üzerinden etlerimiz. Çıkarılsın şu evrenin çadırından. Bu, zamanın başlangıcıdır.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!