Duvarda eski bir halı, hala yaşıyor babam. Ve masada son yumurtalar duruyor, sudan az önce çıkarılmış… Duvar halısı yer yer sökük, mavisi kadifeden: ‘’Gece bu kadar yumuşak olabilir mi?’’ diyor insan. Eğer bu kadar yumuşaksa karanlık, geceden korkmak neden? Pencere kenarına yatak yapıp yıldızları seyrede seyrede uyumayı, annemden öğrendim; yaylada böyle yapılırmış Ağustos akşamları. Hatta çoğu yayla evinin tavanı delik olurmuş, yağan yağmur, damla damla dökülürmüş başına insanların. Fakat toprak bereketli, gecede huzur, koyunlar üstü açık ağıllarda sabahlarmış da bir çoban işlemeli kepeneği altında koca bir geceyi uyuturmuş. Annemin saçlarına gece dökülüyor, duvar halısı hala başucumuzda. Gece, sığınılası bir liman gibi sarıp sarmalıyor nefesimi. Uyuyakalıyorum ninnisi tanıdık bir ilkbahar gibi. Bahar, telli duvaklı gelin gibi giriyor evlere; kalbimde davul zurna… Ve kan akışımı bile duyabiliyorum, içimde tomurcuklanıyor kan. Yıkanmış perdelerden deterjan kokusu yayılıyor fakat ben bunu artık bahar diye biliyorum. Köpüklü, kimyasal baharlar… Çiçekleri avuçlarıma topladığım zamanlara gidiyorum, çiçekleri koparmaya tövbeler ettiğim zamanlara; fakat çimlere basmak bir görevdi. Çimlere basalım çocuklar!
Koltuklarımız eski, tüplü televizyon hala çalışıyor. Televizyon dolabı olarak kullandığımız komodinin altına yapışmış gazete kağıtlarını okuyorum, 1950 yazıyor tarihinde. Nereden buluyorlar bu kadar eski gazeteleri de yapıştırıyorlar masa altlarına? Bir tarihin ellerine zamk sürülüyor, kokusu reçineden. Babamın üzerinde su yeşili bir takım, ayakkabıları tertemiz, siyah gömleğinin düğmeleri büyük gövdesini sıkmıyor. Okuldan çıkıyorum, saçlarım örgülü. Karşımda babam, okuldan almaya gelmiş; koşup sarılıyorum. Umut büyüyor içimde; oysa evdeki yumurta bile bitmiş, cepte delik büyümüş, veresiye defter kırtasiye rafında durduğu gibi durmuyor bakkal kasasında. Sırtıma vurup taşıdığım bedava kömür isi, avuç içlerime doluyor; yaşım daha on bir. Gitgide unutuyor adımı babam, bakışları boşalıyor ve tomografi kayıtlarına beyin loblarında küçülme diye yazıyor makinalar. Çürüyorum, çürüyor, çürüyoruz. Nasıl oluyorsa kaybediyorum babamı, boynu bükük gidiyor ve gözleriyle karşılaştığım an yığılıyorum yere. Yağmur yağıyor, öylesine yağıyor ki, yeryüzünün bütün oyukları suyla doluyor. Babamı bir ağıt gibi uğurluyorum gökyüzüne, kuş ol yine gel diyorum. Umut bu ya, bırakmaz o, hiç beni.
Yıllar, yol yapımına yeni başlanmış eski köyler gibi topraklanıyor. Yirmilik türküler ufalıyorum ellerimle. Konuşan bütün hakikatleri susturmak istiyorum, kavak yelleri esiyor başımda. Burnumun dikine gitmeye alışmış şımarıklığımla alıp sırtıma çantamı, bir kenti terk ediyorum. Bu, terk ettiğim son şehir. Bir daha yeni bir şehir keşfetmeye cesareti olamayacak kadar çocuklaşıyor ellerim. Fare toprakları görüyorum tarlaların ortasında, eşilmiş. Avuçlarıma toplayıp göğe savuruyorum, ıslak toprak ağır geliyor atmosfere, kendim gibi dökülüyor: Yığılgan, ağlatılmış ve kararlı. Ayaklarımı sürüdüğüm son kaldırımlara bakıyorum, hatıralarımı bırakarak geçiyorum zihnimden. Kendime kusmaktan çöp tenekesi gibi kokan sözlerimi ağlıyorum, pencereyi açıyorum önce. Yüzüme vuruyor beyaz perdeler, Mayıs’la. Ölü bedenimi camdan sarkıtıyorum, yıkanıyorum kuşların sesinde. Oysa güneş, hala tepede ve kuşlar hala sırıtkan. Yaşamaya devam etmeye söz veriyorum, bu, kendimi ölü saydığım son sabah.
Konuşkan tavırlarımı kaldırıp atıyorum, sokağın öbür ucuna. Bir kitapta okumuştum, konuştukça bitiririz kendimizi diyordu. Lal olmaya karar veriyorum, bana sorular soran ve sormuş herkese uzun uzun bakıp susmaya karar veriyorum. Sessiz olmak saçılmamaktır perdelerin altına, öğreniyorum. Çocuklar kahkahalar atıyor kapı önlerinde, insanlar ayaklarına bambaşka dertler çağırıyor ve herkes kandil yakmıyor rüyasında. Terkedilmenin zirvesinde oturuyorum, ayaklarımı altıma toparlayıp. Ağlamaktan çok utanıyorum fakat ağlıyorum. Bir parça gözyaşı kalmasın diye yarına, bugün ağlıyorum. Kafka yaşasaydı mesela, bir böcek gibi sırtüstü düştüğümü görüp: ‘’Evet biliyordum, biliyordum bir insanın örümceğe mutlaka dönüşebileceğini.’’ diyerek fırlardı kapının dışarısına. Ve benim Gregor Samsa misali sırtıma yediğim elmadan kalma çürüğü, sırtımda bırakırdı. Çünkü onun görevi bir örümcek yaratmaktı, hem de örümceklerden delirircesine korkan benden.
Sırtımda küfe gibi duran kendimi, siyah ıslak toprağa fırlatıyorum. Bu, kendimi son öldürüşüm bir bakış uğruna. Toprağa kendimden saç telleri bırakıyorum ve bedenimi dağıttığım her bir yerden toparlayıp kalkıyorum. Penceremden görünen havaalanına bakıyorum, uçakların tekerleklerini değdirdiği o muntazam çizgilerden ibaret geniş piste dalıyorum. Bir zaman, o piste tekerleklerinin değmesini sabırsızlıkla beklediğim beyaz uçağı anımsıyorum. Yalnızlıktan öleceğime inandığım zamanlarda yazmaya defalarca yeltenip, sonunu kötü getirmekten korktuğum o öyküyü defalarca yarım bırakıp başka sonlar yakıştırdığım kumdan vakitlere üflüyorum kendi dumanımı. Hüviyetimden yaygaralar akıp gidiyor, saçlarımdan bahar. Ve gözlerimde son sancısı, üç gün biçilen kırmızı dünyanın.
Peki ya ‘’ Bir daha hangi ana doğurur bizi? ’’
Bu, son güçsüzlüğüm, son yarım kalmışlığım, son tüketişim nefesimi ve gözyaşlarımı.
Bir harita tutuyorum, yeni taş dökülmüş köy yoluna. Bir vakitler, kendimi şekillendirdiğim son yokuşta yeniden yürüyorum. Parmağımı dolaştırıyorum haritanın üzerinde, bir vakit sonra hissizleşiyor parmak uçlarım. ‘’Hah!’’ diyorum, ‘’İşte burası.’’ Kıl çadırımı kuruyorum ve takip etmeyi bırakıyorum kendimi. Burası, kendimi doğurduğum son yer…
Çoraplarımı çıkarıp, dikenlerini temizliyorum artık; avuçlarımı, kanatırcasına sıkıyorum. Bir daha kanamamak için, bile isteye acıtıyorum kendimi. O kalemi fırlatıyorum, o koltukları, o fotoğrafları, yarım bırakılmış sigarayı, bitirilmemiş yemek tabağını, nokta koyulmamış cümleyi ve hakkında pişmanlıklar örülü keşkeleri… Yeni bir hayata nasıl başlanır bilmiyorum fakat kurşun kalemle yazılmış son sayfanın üstüne bir sayfa daha çeviriyorum, özenle atlıyorum kömürle karalanmış kendimi. Bu, son pişman oluşum.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!