Söyle bana, hangi kirli denizin kızısın? Hangi günahın bedeli, hangi yanlış kaderin doğumu? Bir cevap bul bana. Teninin beyazlığında yeşeren damarların, niye böyle solgun? Susma! Nedir seni, sana kırdıran? Gözlerindeki kim? Bul bana. Yılmamışsın, dayanmış yaraların. Kimse senin kadar canlı gitmemiş ölüme. Fırlat bir kağıda tüm susulanları. Bırak ben yazayım dalgınlığını. Ben konuşayım susulanları. Yürürken, döndüğün köşelerde elimde çiçekle bekleyeyim. Ümidinin solmuşluğuna su damlatayım. Bırak kendini, çöz kafesinin bağlarını. Her yaşayan kadar sen de solumalısın. Öyle dalgınsın ki… Bu, masadaki kaçıncı soğuk kahven? Seni yaşatanın kollarında devam eden ömrün, sen olmadan neye yarar? Kaç valiz toplanmış, bilinmeyen şehirlere. Birkaç ucuz otel odasında, ağrı dindirmeyen ilaçlar içilmiş. Seni sevmeyen adamların tenine sevgi batırmışsın. Hangi yalana sığınsan, sarmalamış avuntusu. Hiçbir şehre sığamamışsın. Tren rayları ve otogarlar, huzur vermiş sana. Özgürlük olmuş. Kimse yalnız ölmeye dayanamazken, sen vatansız yaşadın. Biri olmak ya da hiçbir şey. Ne bir eve ihtiyacın vardı ne de bir adamın soyadına. ‘Boğuyor beni tanımlar.’ Şimdi birkaç eşya ve dönülmeyen otel odaları. İnilip-binilen trenlerde huzur buluyorsun. Kaçtığın gözlere, kulağını tıkayamadığın sözlere göğüs gerdin. İnsanların yaşam dediği şey, senin yaşamsızlığın. Boğuluyorsun yüksek binalardan. Ailen olsun istemiyorsun. Kimsesiz, soyadın olmadan sadece gitmek istiyorsun. Seviştiğin adamların beyhudeliğinde çiçek açmaya çalışıyorsun. Dikenlerinde eziliyorsun. En çok da bundan kurtulmak istiyorsun. Hiçbir erkeğin evliliğine esir olman mümkün değil. Üstelik de ömrünün yarısı insanların sana yüklediği sıfatlarla geçmişken. Evlenip doğurmalıydın. Belki saçlarını çok uzatmamalıydın. Rujun kırmızılığı üç ton açık olmalıydı. ‘Fazla göze batar sadeliğin.’ Gel dememeliydi, kıyafetlerin dekoltesi. Çünkü fikirlerinin önemi yoktur, bacaklarının şekli kadar.
Şimdi gök yeniden ağarıyor. Günü dolmamış otel odasında, belki 2-3 saat uyunan uykudasın. Uyanıp alelacele toplanacaksın. Tek bir gün bile aynılığa tahammülün yok. Yeni bir otel odası bulacaksın, belki yeni bir şehir. Seni yaşatan yazarları ziyaret edeceksin. ‘Neden bu denli bağlısın kitaplara?’ Eski bir deftere birkaç satır not almışsın. Eline geçtikçe yazıyorsun. Suratındaki memnuniyetsizlik geçmiyor. İki gündür yemek yemedin. Hayatta kalmak için birkaç lokma atıştırmak kafi. Böyle düşünüyorsun. Yemeğe ayırdığın vakitleri kısaltıp, kaçmaya ayırmışsın. Bazen öyle acelecisin ki, kafandaki düşünceler birbirini tanımıyor. Ayakların yürümeyi şaşırıyor. Sen bile tanıyamıyorsun, kafanın içini. Trenden iniyorsun; arkanda ses çıkaran tekerlekler, öyle rahatsız ediyor ki seni, fırlatıp atmak istiyorsun. Boynundaki şal bile çok ağır. Yeni bir oda buluyorsun. Doldurduğun kağıt, yeniden nefret ettiriyor anlamsız tanımlardan. ‘Mümkün olsa, başkasının adında yaşasam.’ Odaya çıkıyorsun, soyunuyorsun. Tüysün. Hafifsin. Kaç gündür uyumadın? Kaç gündür soluklanmadın? Neyse ki bunlar, zaten senin için gereksiz . Telefonu kaldırıp yemek söylüyorsun. ‘Keşke biri benim yerime yese.’ Elini daldırıp bavulun içine, ilaç kutularını yokluyorsun. Başına giren bu ağrı, hiç bıkmadan dönüp buluyor seni. Kafandaki cevap bekleyen sorulardan mı, uykusuzluğundan mı yoksa? Şehrin işlek caddesine bakan bir pencerede, yansımanı görüyorsun. ‘İşte buradayım.’ Bir anlık mutluluk hissediyorsun. Ölmekten son anda, ufak bir bıçak sıyrığıyla kurtulan kadın gibi. Tanımadığın her şey, güvende hissettiriyor. Tanıdıkların, sana bir yaşam vermedi çünkü. Yorgunsun ama bunun bir anlamı var. Banyoya gidiyorsun. Çıplak ayakların zeminde. Teninin sıcaklığı, soğuk taşla birleşiyor. Anlık bir irkilmeyle göz göze geliyorsun aynayla. ‘En son ne zaman baktım aynaya?’ Yaklaştıkça ve dokundukça yabancılaşıyorsun, kendine.
Bu vehim dolu yaşamın içinde, kendini sevme fırsatı vermediler. Alelacele giyindiğin giysiler, doldurduğun bavullar, bir anda alınan biletler… Sevmen acele. Nefretin aheste. Sana, seni sevme fırsatı vermediler. Yapıştırılan tüm yaftalardan, kaçarak kurtulabilirdin. Kimsenin bir şeyi olmak istemedin. İnsanlar sen olduğun için kabullenmeliydi. Bir yaşantı, biriyle olmadan değer göremez miydi? Kafandaki düşünceler büyüdükçe, aynadaki görüntün küçülüyordu. Bakışırken suretinle, uzaklığını hissettin. Şimdi söyle, hangi adamın teninde kalansın? Trene binerken mi kendinden kaçarken mi? Söyle! Gittiğin her yerde ölü bir bedenle karşılaşmadın mı? Ne ayna ne bir başkası cevap veremez sana. Kendine sor: Bu gördüğüm kadın ben miyim?
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!