yalnız, dudaklarım uçuklamış ıssızlıktan
aynada bir çocuk var, aryada birçok çocuk
birisi eline güneşi almış, birisi aklını başına
buradan fizan’a kadar aşkça aldatılmışım
kalbimde küflü kabuklar, savaş artıkları
yolcu yolundan çıkıyor, tren rayından
alnımda bir esinti, kesintisiz bir devrim
çenemi kırmak için çok bekledim
ağzımı bir pelikan gibi açıp! sözlüğe su veriyorum
yine de yaşadığım umarak anlaşılmaz
ayar tarafımca verilebilen bir şeydir.
bilmek! yalnızlara mahsus tenhalıklar
ruhumu verdiğim kukla başlı başına sprinter
sesimin yankısına çığlığın anlamını soruyorum
gözlerim öksürüyor, dişlerim kamaşıyor
hangi Leonardo’ydu o? sarışın manzaralardan anlayan
yağmura barikat tente, göğsüme batık liman
atım gibi eskimiş söz, kan! kırmızı kınımda
arada bir af diyorum, arada bir affet değil
içimde kendi kendini uçuran bir uçurtma
rüzgâr, ney sesi ve ihmal sirenleri ardından
pirelenmiş kanatlarımda sevinç gözlü umutlar
direnç! teli kararan bronz tenli bir ayraç
parıltının dekoratif imajı korkunç çıplak
kokun! dilsiz atları su başlarına taşıyor
bugün gibi aklımda
–gerçek!
yüzünü giymeyi unutuşun.
çağın özbilgi
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!