‘’Bir ıssız adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?’’
Bu soruyu hayatında bir kez olsun duymamış insan sayısı, pek azdır. Peki bu adaya hafızanızı kaybetmiş bir şekilde düşseydiniz? Muhtemelen yanınıza alabileceğiniz şeyler, bir dizi soru olurdu. Peki bir ıssız adaya hafızanızı kaybetmiş bir şekilde düşseniz soracağınız ilk üç soru ne olurdu? Soracağınız sorular o kadar fazla olurdu ki, sayı, sizin için önemini yitirirdi. Aslında bu soruların neler olabileceğini, hafıza kaybını konu edinmiş birçok filmden tahmin edebilirsiniz. Bu sorular sırasıyla şöyledir: ‘’Ben neredeyim?!’’ ‘’Buraya nasıl geldim?!’’ Ve en önemlisi de ‘’Ben kimim?!’’ Sinir ve şaşkınlık hali geçtikten ve hatırlama çabaları başarısız olduktan sonra mantık devreye girer ve şu soruyu sorar: ‘’Ne yapmalıyım?’’
Bu yazımızda Platon’un hatırlama teorisini bir tık dışlayarak bu dünyaya tabula rasa (boş levha) olarak gelen insanlığın bu sorulara karşı nasıl yanıtlar verdiğini inceleyeceğiz.
Neredeyim?
Avcı-toplayıcı olan atalarımız için ‘’Neredeyim?’’ sorusunun cevabı basitti. Ormandayım, mağaramdayım, düzlükteyim, aslanların bölgesindeyim, av bölgesindeyim gibi cevaplar verirlerdi tahminen. Yerleşik hayata geçen atalarımızın bu cevap dağarcığına iki cevap daha eklenirdi. Tarlamdayım, evimdeyim. Ve dinin ortaya çıkmasıyla birlikte başka bir cevap daha eklendi. Dünyadayım, imtihan yerindeyim. Bazı peygamberler de tanrının yanındayım dediler. İnsanlardan küçük bir kısım, Antik Yunan felsefe ile ilgilenmeye başladı ve o andan sonra farklı cevapların ardı arkası kesilmedi. Ta ki bilim, kendini gösterene dek. Bilim öznel değildi, kanıtlarıyla geldi ve dedi ki: ‘’Hepimiz Dünya adlı gezegendeyiz. Bir güneşin etrafında diğer yedi gezegen ile birlikte dönüyoruz.’’ Bilim ilerledi ve dedi ki: ‘’Güneş sisteminden milyon kat büyük bir galaksinin ucunda sürekli hareket halindeyiz. Bir galaksi kümesi içerisindeyiz.’’ Bilim, en sonunda itiraf etti ve bir üst boyuta ‘gözlemlenebilir evren’ dedi. İddialı olmasıyla septikler ve nihilistler tarafından eleştirilen bilim, aslında diğerlerine kıyasla en azından neyi bilmediğini itiraf edebilecek kadar alçak gönüllüydü.
Buraya nasıl geldim?
Avcı-toplayıcı atalarımız, büyük ihtimal ile bu soruyu sormazlardı bile. Bu soru, insanlık tarihine din ile beraber gelmiştir. Din, insanların yaşamını başlangıç ve son ile sınırlamayı reddeden bir düşünce biçimidir. Bu nedenle bulunduğu dönemde diğer her düşünce gibi din de bir devrimdir. Belki de devrimlerin en büyüğüdür. İnsanlığa yaşama amacı veren bu devrim, uzun yıllar boyunca insanlığı ileri taşımıştır. Din, kendi içinde bu soruya çeşitli cevaplar vermekle birlikte, bu cevapların ne yanlışlığı ne de doğruluğu ispatlanamaz durumdadır. Dinin verdiği yanıtlara karşıt cevap vermek mümkün değildir çünkü din kendini her zaman yeni çağa adapte etmiştir. Bu nedenle ancak alternatif cevaplar verilebilir. Bilim, bu noktada insanlığa daha rasyonel doğruluğu ispatlanamasa da yanlışlığı ispatlanabilir fikirler sunmuştur. Bunların en yaygın olanı ‘Büyük Patlama Kuramı’dır. Bu kuram, yaptığı nokta atışı tahminler sayesinde gitgide güçlenmiştir. Örneğin evrenin genişlediği, evrenin başlangıcından kalma ‘ardalan ışıması’ denilen bir çeşit manyetik enerji veya yıldızların yaşları kıyaslandığında yönlü olarak yıldızların daha gençleşmesi, bu tahmin sonrası yapılan tespitlerden bazılarıdır. En başta söylediğim gibi bu her ne kadar kendi içinde aksi manipüle edilemez gözükse de din bunu da kendi içerisine katmayı iyi bilir. Örneğin; bu patlamayı tanrının tetiklediğini iddia eder. Bu bağlamda bilim ve din, bu soru özelinde çatışmaz, çatışamaz çünkü ne olursa olsun din galip çıkar. Ve bilim insanları, dindarların ‘’Biz zaten biliyorduk.’’ diyebilmesi için gece gündüz çalışmaya devam eder.
Ben kimim?
Bu sorunun cevabı bir avcı toplayıcıya göre gayet basitti. O bir baba ya da anne, erkeğinin karısı ya da dişisinin kocası, kabilesinin bir üyesiydi. Tabi dede ya da nine olamıyorlardı çünkü o kadar uzun yaşamak, bir hayli zordu. Daha sonra din geldi. Dine göre birer kul olduk. Yaratılmış bir varlık olduk. Hatta bütün evrenin bizim için yaratıldığını söyleyerek bize olağanüstü önem yükleyen dinler de oldu. Bu bakış açısı birçok insanı hayata bağladı, onlara bir amaç verdi ve bir düzen sağladı. Daha sonra filozoflar işin içine girdi. Kendisinin var olmadığını iddia edenler oldu. Farklı filozoflar, yapı taşları üzerine düşünürken aynı zamanda bu yapı taşı insan için de geçerliydi. Bazısı ateş, bazısı su, bazısı hava, bazısı toprak, bazısı da bunların hepsinin bir birleşimi olduğunu iddia etti. Daha sonra bilim geldi. Bilim, bizim birer hayvan olduğumuzu söyledi. Hatta şempanzelerle kuzen olduğumuzu söyleyecek kadar ileri gitti. Bu ağır bir ithamdı çoğuna göre ama doğruydu. Acı bir gerçekti. Genlerimiz akılsız bir maymun ile yüzde doksan sekiz aynıydı. Avrupa medeniyeti, bu gerçeğin karşısında direndi ama eninde sonunda yenik düştü. Genetik biliminin ilerlemesiyle özgürlük timsali bu medeniyetin yüzüne bir tokat daha indi. Daha düne kadar insan olarak görmedikleri siyahiler ile aralarındaki fark, iki İngiliz’in arasındaki fark ile neredeyse aynıydı. Hala birbirini insan olmamak ile itham eden guruplar olsa da biz insanız. Hepimiz birbirimizden binde bir farklıyız. Birinin farklılıkları çok dikkatinizi çekmeye başlarsa, aklınıza bu bilgi gelsin.
Ne yapmalıyız?
Aslında din, felsefe ve bilim yapmamız gereken şeyler için birer araç. Bu dünyaya gelmeyi kim ne derse desin insanlık tercih ettiyse bile bunu hatırlamıyor. Bu dünyada sıfır bilgi ile geldik ve geliştik. Bu uğurda çok büyük fedakarlıklar yapıldı. Bilgi ve bilinç, bize mutsuzluk da getirdi konfor da. İntihar eden hayvan hikayeleri hepiniz duymuşsunuzdur ama bu hikayelerin asılsızlığını bilim ispatlamıştır. İntihar denen kavramı gerçek anlamda bilinçli olarak gerçekleştirebilen tek canlı, insandır. Bu, bizim durmamızı gerektiren bir şey değil lakin en azından yavaşlamalıyız. Hala çok büyük oranda aynı ilkel beyne ve duygulara sahibiz. Ve içimizdeki ilkel kısım, bu hıza ayak uydurmakta zorlanıyor. Evet, benim de insanlık adına hayalim; bu dünyadan kurtulmak ve günün birinde bütün evrene hükmetmek(!). Bu hayal oldukça uzak bir gelecekte mümkün olabilir pek tabi ama ilk önce iç Kardeshiev ölçeğindeki tip bir medeniyet seviyesine ulaşmalıyız. Şu an dünya genelinde bir uzay yarışı var. Bunun nedeni, ilerlemeye karşıt olan gruplar ve zamanında insanlığı kurtarmış olan dinlerin takipçileri. Düşünün ki birbiriyle binde bir farklı olan bir canlı türü birbirine o kadar düşman ki dünya genelinde yer altı kaynaklarını araştırmak ve kullanımını optimize etmek, asteroit madenciliği yapmaktan daha zor bir seçenek. Biz insanlık olarak bu şekilde devam edersek Fermi paradoksuna mükemmel bir örnek olacağız. Tabi ki insanlık adına konuşuyorum fakat yapay zeka kavramı da gittikçe gelişiyor. Genetik bilimi, son zamanlarda etik değerleri bir kenara bırakıp daha üst seviyede insanlar yetiştirmek için kolları sıvamış durumda. Bu iki korkutucu bilim kurgu ögesi belki bir gün bizi kendimizden kurtarır ama her iki ihtimal ile de bunun bir garantisi yok. Bunun tam tersinin gerçekleştiği Matrix benzeri bir dünya istemeyiz herhalde. Yoksa neyi başaramayacağımızı kabul edip bayrağı bir sonrakine teslim edebilecek kadar zeki miyiz?
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!