Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ile başlayan bir hikayenin çamurdan köfte yapan dizi kanamış çocukluğunda kaldım. Zaten her şey böyle böyle bok olmaya başladı, ne diyordu o şarkı :
”büyüdük ve kirlendi dünya ”
Çocuk olarak kalabilseydik memleketin balık kokan sabaha karşılarında, ya da okuldan çıkmış mavi önlüğümün buruşmuş etek ucunda, pulluğun üzerine çıkıp kaptancılık oynadığımız turuncu akşamüstlerinde ve tüm bu güzellikleri tozlu ve tombik ellerimin arasına alıp yastığımın altına koyduğum o kederli gecelere ithafen yazmak ne güzel olurdu hazır her şey mümkünken.
Biliyorum insan isterse her şeyi başarabilir, inanmak önemli olan ama ya gücüm yok bugünlerde ya da inanmıyorum eskisi gibi kendime. Depresyon hırkamı kuşanıp pembe düşler kurmak isterken kendimi felsefe öğretilerinde dans ederken buluyorum. Nietzsche’nin de dediği gibi :
”Müziğin sesini duymayanlar, dans edenleri deli sanarlar. ”
Ne demek bu ? Öylesine basite indirgenecek bir tez değil bu. Bu aslında varoluşumuzun dayanılmaz hiçliğine dem vururken bizi ötekileştirenlere de atıfta bulunduğumuz bir söylem. Çoğu insan dans etmiyor çünkü bu ya zibidilik gibi geliyor ya da saçmalık. Müziği gerçekten duyabilen birinin dans etmemesi imkansızdır, sırf müziği duyamıyorsunuz diye bize deli diyemezsiniz efenim. Deme özgürlüğüne sahip oluşunuz ağzınıza her geleni söyleyip hiç bir şey yokmuş gibi midesizliklerinizden ötürü şu tezimi savunuyorum ölene kadar :
” İNSAN SEVMİYORUM ”
Dipnot : Bir köpeğin samimiyetini, kitaplarımı, soğuk ve acı kahveyi, cabernet şarabımı hepinizden çok seviyorum.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!